13 Temmuz 2011 Çarşamba

Urs Fischer

Ilk bakışta çok etkilemişti, bugün bakınca aslında çok etkilendiğim 21.yy sanatçılarının düz bir uzantısı gibi geldi. Kendinden ne eklemiş karar veremedim. Ama yine de, çok beğendiğin bir tarzın kopyası bile etkiliyor insanı...




Berlin kitap-çı

Berlin'e dair en yeni keşif bir kitapçı. 25 Books.

Bu da sitesi http://www.25books.com/index.php

Don’t be mislead by the indexical name suggesting inexplicable numerical limitations. After all you have to call your baby something. There are way more than 25 books in this shop and showroom in Brunnenstraße that specializes on contemporary photography.



2 Temmuz 2011 Cumartesi

Getting Ready for Berlin

First things first...

Have to find an apartment, searched all web. The bet site so far seems like "coming home". Looking for a place at Mitte...

Some readings to do.

The Berlin Wall by Frederick Taylor is a good way to start.
Berlin Rising - a biography of Berlin comes next

A visual fascinating book is called "Berlin" printed by Taschen also DDR style by the same company...
and last but not least have to have a look at guide books especially city guides...

26 Mart 2011 Cumartesi

Hong Kong part III - Gopro'nun intaharı

3.gün son derece heyecanlı oldu, az sonra!!!

Dün malak gibi yatıyorum Phuket'te artık keyifli uzun uzun yazarım dediğim saniyeden şu ana kadar, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor, oh olsun bana... Prodüktörün izlenimleri Phuket bölümünü yazmak oldukça kolay olacak gibi duruyor. Sabaha karşı dörtte Bali'ye doğru yola çıkıyoruz allahtan yoksa  burada kapana kısılıp kaldığımız Le Meridien otelde kafayı yiyebilirdik! Zaten oldum olası bu tatil köyü havalarını hiç sevmemişimdir, bir de üstüne üstlük hem ucuz rus turist kaynıyor hemde hava bahsettiğim gibi, rezalet!

Neyse Hong Kong part III -  Sabah erkenden kalkıp otel çekimlerimize başlamamız gerekiyordu, saat 09.00 için sözleşmiştik otelin pazarlama bölümünden CeCe ile buluşmak için. O an'a kadar kadın mı erkek mi olduğunu çözemediğim CeCe'nin bir kadın olduğunu ve çekik gözlü olmakla beraber bir Kanada'lı olduğunu 5. saniye itibariyle öğrenmiştik. Pek konuşken bu kız galiba dedikten yaklaşık 3o saniye sonra 3. kahvemi içip nasıl olacak bu iş bakışları atmaya başlamıştık Evre'yle beraber. CeCe bizimle uzun uzadıya ne kadar alakasız konu varsa onu konuştuktan sonra zor bela bize oteli gezdirmesi konusunda kendisini ikna edebildik. Her yerin gereksiz uzunlukta anlatım ve tanıtımlarından sonra saat herhalde 10.30 gibi çekimlere ancak başlayabildik. Böylece otel çekimleri tahminimizden nerdeyse 1.30 saat kadar uzun sürdü.

Öğle vakti kendimizi hemen Hong Kong'a attık, iner inmez Central denilen bölgede detaylı çekimler yaptık. Şehrin bu kısmı bizim açımızdan önemliydi çünkü hem tarihi hem modern yüzünü bir arada görüntülemek mümkün hemde mimari açıdan bir çok önemli bina bu bölgede yer alıyor. Buradan yavaş yavaş tepe tarafına doğru ilerliyerek önce katedrali daha sonrasında halen gazlı lambalarla aydınatılan ama ismini şu anda hatırlayamadığım sokağı görüntüledik. Bu bir nefeste geçtiğim çekim yaklaşık olarak 3 saat kadar sürdüğü için nefeslenmek için bahsettiğim sokakta bulunan Starbucks kafelerden birisine kendimizi attık. " Bundan sonra ne yapalım?" konuşmasından tramvay çekimleri kararı çıktı. Şu ana kadar bu seyahatte benim harektli çekimler konusunda ne kadar istekli olduğumdan ve her bir fırsatta Ali'den aşırmış olduğum gopro kamerasını kullanamaktan ne kadar zevk aldığımdan bahsetmemiştim sanırsam. Tabi ki tramway gopro kullanmak için harika bir fırsattı ve ben hemen iş başına koyularak Gopro ekipmanımı hazırladım. Tipini beğendiğimiz ilk tramway'da kendimizi üşt katta bulduk. Yandan akıcı yol ve insan görüntülerini kaydetmek bana ve müştakbel Goproma düşmüştü. Cam bana biraz tıngırdaklı gelsede ellerimle destekleyerek çekim yapmaya karar verdim! Içeri doğru takmaktansa dışarı doğru takarak daha iyi görüntü alacağıma kendimi ikna ettim! Ve yola koyulduk, en az iki üç defa "yahu bu da hiç sağlam durmuyor gibi" tarzı söylenerek çekimlere devam ettim! Taa ki west market bölgesinden bir kırmızı ışıkta duruken ve ben birilerine laf yetiştirmeye çalışırken Gopro'nun aniden sıkıldım senden ve çekimlerinden kararı alarak kendisini aşağıya atasıya kadar! "Amanın, kamera uçtu! Evre sen çantayı almayı unutmaaa!!! " diye haykırarak aşağı kata attım kendimi ama gel gör ki tramvay şöförü bir sonraki durağa kadar duramayacağını belirten minvalde bi laflar söyledikten sonra 2 dakika kadar daha bağırış çağırış içerisinde yol aldik. Inişte Evre ile birkaç kez daha bir durak sonra in b en paranı verdim bağrışlarından sonra, had eskilerden bir örnek olsun, Carl Lewis'e taş çıkartacak bir depar ile Gopro'nun intahar bölgesine doğru koşmaya başladım. Nafile! Birisi çoktan yalamış yutmuştu, belki çevredekilerden biri korkup teslim eder diye bağıra çağıra f*cktır git tarzı anırsam da, kimsecikleri etkileyemedim ve kös kös gerisin geriye koşmaya başladım.

Bu koşu sırasında içime "Evre almayı untmamış olsun çantayı noooolluuuur??!?" fikri düştü. E bunu burada belirttiğime göre elbette unutmuştu. Bir durak sonraya koştuktan sonra evre're: Çanta ? dediğimde hödük gibi yüzüme bakıp ne çantası cevabını yapıştırmasıyla bitmiştim. Söylememişim sözde ! Ne fark eder zaten, baksan ne olur ?! Ne biliim ben !?! - küfürler......

Çantadaki mühimmat :

- 6-7 adet pil, elimizdeki hali hazırda kullanımda olan tek pil dışındaki tüm piller oluyor bu
- Sabahtan beri çekimleri yaptığımız kaseti Starbucks'ta değiştirmiştik. kendisi.
- Kamereya ait bilimum bağlantı kabloları
-Hong Kong şehir rehberimiz.

Küfürlerle olmayacağından hemen bir taksi yakalayıp tramvayı yakalayalım dedim. Bir taksi bulduk hemen ama taksiye bu serüveni anlatmak neredeyse imkansızdı, hele bizim kadar bilginiz var ise tramvay hakkında...

Elimizdeki bilgiler :

Tramvay hangi semte gidiyordu ? Hö, ama şu tarafa !
Tramway hangi renkteydi ? Bence gri Evre emin değil ama önündeki beyazmış, durmadan onu çekmiş!

Ben bizi bu duruma soktuğu için olsa gerek başta taksici olmak üzere tüm çinlilerin ne kadar salak olduğuna dem vuruken, yardım isteyebileceğim tek yerin bir başka çinli olan otelin concierge servisi olabileceğini düşündüm ve oteli aradım.

Şimdi bizim salak olduğumuz aşikar ama bu çinliler de bir enteresan. Bizim bu bilge durumuzdan etkilenmiş olsa gerek hangi numaralı koltukta oturduğumuza kadar bir ton soru sorup, siz en iyisi polise gidin dedi! Bunun sonucunda ben bir gürleyerek, onu zaten yapacağımızı ama bir tramway ya da otobüs şirleti yani IETT benzeri bir varlık var ise onu aramalarını rica ettim! Bu tartışmalar sonucunda son durağa getirdi taksici bizi. Son durakta bir adet gerçekten IETT kulubelerinden vardı. Derdimizi kendileriyle paylaştıktan sonra biz kendi aramızda birbirimizi sakinleştirme konuşmasına başlamıştık. Daha doğrusu ben sakinleşiyordum, bizimkisi zaten hep sakindi.

Uzun lafın kısası adam sonunda çantanın bulunduğunu ama iki taliplinin olduğunu söyledi, diğeri bizim concierge oluyor elbette. Ben onları arayarak durumu çözdürdüm ve çantamıza kavuştuk. O kadar mutluyduk ki Gopro'nun intaharına üzülemedik bile....







Sanki hiç birşey olmamış gibi çekimlere kaldığımız yerden devam etmeye kadar verdik. Önce Soho gece hayatı çekimlerini yaptık, sonrasında sabahtan beri birşey yememiş olduğumuz aklımıza geldi ve hemen köşedeki çin restoranına girmeye karar verdik. Çok küçüktü restoran ama girer girmez özel bir yer olduğunu belli ediyordu. Meğerse özelliği acısında gizliymiş!

Tatlı bir gün oldu diye buradaki Michelin guide girecek kadar meşhur acılardan yemeye karar vermiş gibi olduk. Şimdi efenim; normalde tencere yemeğine 3-5 adet koyduğunuz küçük acı biberler vardır ya? Yemekler işte o kırmızı biberlerle yapılıyor, bizden farkı bunlar yemeğin içine 3-5 serpiştirmektense biberlerin içine 3-5 tane yemek serpiştiriyorlar...Allaaam o nasıl bir acı öyle, ben hayatımda böyle birşey yemedim. Bir de aklıma sağlık madem böyle hazırlamışlar o zaman şöööyle bir karıştırmak gerekir herhalde cümlesini kurarak yaptığım alkışlık hareket dudağımla kurduğum son, beynimle kurduğum sondan birinci cümle oldu. 20 saniyede 30 sivilce çıktı!! Acıdan sivilce mi çıkarmış diyen varsa buyrun gitsin !! Restoranın adını sonra not düşüceğim, amanın!

Bu günün sonunda öyle bir yorgun düştük ki bir sonraki gün akşam saat 5'e kadar yataktan çıkmadık, sonra da bir sonraki durak olan Bangkok'a doğru yola koyuduk...

Resimler :

1) Fırtına öncesi çekim geyiği fotoları
2) Çok beğendiğim tramvayı fotoraflamayı ihmal etmedim elbette
3)Ben ve Gorpo'm, intahar öncesi son kare
4)aaa ne güzel restoranmış fotosu
5)Bu ne lan fotosu ?
6) Yemeden çekmeli fotosu..
7) Ebemi gördüm fotosu....

Bu arada bu yazıyı yazarken koca bir patates kızarmasını bugün 61 kilonun altına düştüğü içın mutlu olan karıcığım Defnoş'a ithaf ediyorumms...

25 Mart 2011 Cuma

Hong Kong part II

Şu anda Phuket'de kumsalda dinlenerek yazıyorum bu yazıyı, 20 günlük çekim koşuşturmasının içindeki tek dinlenme günümüz. Keyfim gıcır !

Zaten koşuşturma öyle bir hal aldı ki, normalde günlük olarak tutmaya çabaladığım süreçte 4-5 gün geriye düşmüş durumdayım. Hong öng'da ikinci gün aslında bu koşuşturmanın en streslisiydi, sabah erkenden kalkarak yola koyulduk. Yol hep aynı, otelin önünden taksiye biniyorsun, kawloon star ferry diyoruz ve oradan tekne ya da metro ile Hong Kong adasına geçiyoruz. Bu defa durum biraz farklıydı, Hong Kong'un en iyi görüldüğü yer Kawloon tarafı olduğundan çekime buradan başlamaya karar verdik iyiki de öyle yapmışız çünkü hava ondan sonra hep sisliydi. Sabah Kawloon çekimlerini Hollywood'dakilerden esinlenerek yaptıkları "Avenue of Stars" çekimleri izledi. Küçük elcağızcıklarıyla poz veriyordu herkes biz çekim yaparken. Sonra Star ferry'e binerek Hong Kong'a geçtik, yol yaklaşık 5 dakika sürüyor ve 2 HK dolarına bir bilet alınıyor, hem pratik hem ucuz. Biz metro yerine olabildiğince ferry'e binmeyi tercih ettik. Şehrin kalabalığına dalar dalmaz Çin öğelerine saldırdık. Hong Kong gerçekten çarpıcı bir yer, benim uzakdoğu da gördüğüm en etkileyici şehirlerden biri oldu. Şehirde yaklaşık 4 saat kadar çekim yaptık, önce daha tradisyonel olan bölgelerin çekimlerini yaptık ve bol bol köpekbalığı kiskacı, kaplan hede hödösü gibi erkekliğimizi arttırıcı yerlerin çekimlerini tamamlardıktan sonra merkezden Soho'ya, antikacılardan modern kafelere uzanan tatlı bir çekim oldu. Hem çekim yapıyor hemde aynı anda şehri tanımaya çalışıyorduk, bir sonraki günlerde nerelerde çekim yapmalıyızı belirliyorduk. Yürüten merdivenler çok etkileyici, şehrin tepe bölgelerindeki hayatı çok değiştirmiş anlattıklarına göre, bu merdivenler öncesinde kimselerin çıkmak istemediği Soho ve Middle level gibi bölgeler şimdilerde en trendy bölgeler, neredeyse tüm uluslararası restoran ve barlar burada. Biz de çekimin sonunu elbette bu bölgeye denk düşürecek şekilde tamamladık ve daha önceden rezervasyon yaptırdığımiz çin restoranında afiyetle yemeğe koyulduk, sonrasında Soho'da bulunan barlar sokağında (altlı üstlü iki sokaktan oluşuyor) bir kaç bara uğrayıp bir iki içki içtik. Ingiliz kültürünün etkisinin bir uzantısını da bu bölgede görmek mümkün, iş çıkışı hemen herkes bir barda buluşup ayaküstü sohbet edip biralarını yuvarlıyor. Genellikle en kalabalık saatler bu saatler oluyor ama genel anlamıyla gece de uzun yaşayan bir şehir Hong Kong. GEce klupleri saat 12 civarında dolup taşmaya başlıyor ve kalabalıklar sokağa taşıyor. Kurdu olanların da memnun kalacağı bir çok seçeneğin olduğu hemen belli etti kendini....

Biz şeytana fazla uymadan saat 1 civarında otelimize vardık, sabah erkenden otel çekimleri vardı sonrasında da yapılması gereken onlarca çekim...

19 Mart 2011 Cumartesi

Hong Kong welcome

Kuala Lumpur'dan yaklaşık 4 saatlik bir uçuşla Hong Kong'a gelmemiz gerekiyordu ama benim hatırlayabildiğim kadarıyla hayatımda ilk defa öngörülenden yaklaşik yarım saat kadar Hong Kong'a indik. Ilk süpriz bizi havalimaninda bekliyordu. Eşyalarımızdan bir tanesi çıkmadı, havalimani içinde bir oraya bir buraya yönlendirildikten sonra parçayı bulduk, bahsettiğim parça tripod olduğundan bizim için çok ama çok önemliydi. Uçakta kazandığımız yarım saati tripodu aramakla harcadıktan sonra şehre doğru yola çıktık.

Şehre inmenin en efektif yolu tren. Hızlı trenler her 10 dakikada bir hareket ediyor ve yaklaşık 20 dakikalik bir yolculuğun sonunda bizim otelimizin olduğu Kawloon bölgesine varıyor. Buradan otelimiz 8 degrees'e gitmek için taksiye bindik, yaklaşık 5 dakikalık bir yolculuktan sonra otelimize vardık. Yeni şehre gelmenin heyecanıyla kendimizi hemen dışarı attık. Satr ferry denen ve bizim boğaz teknelerini andıran vapurlardan bir tanesiyle Kawloon bölgesinden Hong Kong'a geçtik. Bu yolculuk metroya göre hem daha hızlı (şaşırtıcı değil mi? hemde görsel olarak bir şölen. Hong Kong'un o bilinen siluetine bakarak karşıya geçtik.




Hong Kong çok enteresan ve çarpıcı bir şehir, özellikle Asya'da Tokyo'dan sonra benim gittğim en çarpıcı şehir. Soho gece hayatının merkezi, burada yüzlerce bar ve restoran bulmak mümkün. E Çin'e kadar geldikten sonra çin yemeği lazım dedik ve gözümüzün tuttuğu ilk çin restoranına attık kendimizi ve ördek ısmarladık. Yemek harikaydı, çıkışta mahalleyi biraz turladıktan sonra hemen yakınlarda olan ve Rat alley diye geçen barlar sokağına bir bakındık. Çok açmadı, saatte 12'ye geliyordu ve önümüzde deli gibi yapacak işimiz olduğundan kıyı kıyı otelimize döndük. Hava konusunda biraz şansız olacağımız söyleniryordu, ki öyle oldu....

Kuala Lumpur Part III

Sabah erkenden kalkıp son kalan çekimleri tamamlayıp yola koyulmak istiyorduk. Otelden tutulan taksilerde taksimetre açtırabildiğimiz için bir taksi tutarak dışarıdan görüntülemek istediğimiz binları içeren bir tur atmak istedik.

Ilk olarak Natioanol Museum'a gittik oradan hemen yakınlarında olan Islamic Arts Museum'u dışarıdan görüntüledik. Kısa bir şehir turunun arkasından kendimizi Little India mahallesinde bulduk. Doğrusunu söylemek gerekirse Singapur'da yaşadığımiz hayal kırıklığından sonra burada da benzer bir durumun bizi beklemesinden korkuyorduk, yanılmışız ve iyi ki gitmişiz.




Tüm mahalleye mor bir renk hakim, yollar, dükkanlar ve insanlar bir anda değişti, kendinizi bir anda Hindistan'da hissediyorsunuz. Burada yaklaşık bir saat kadar çekim yaptık. Kuala Lumpur çekimlerimizi Little India ile bitirmiş olduk böylece. Hızla otelimize döndük ve akşamüstü kalkacak uçağımızla Hong Kong'a doğru yol almak üzere yola koyulduk.

16 Mart 2011 Çarşamba

Kuala Lumpur part I & II

Uçakla yaklaşık bir saatlik bir uçuşun sonunda KL'e varılıyor Singapur'dan. Yorgunluktan tüm uçuş boyunca uyuduk zaten, tam anlamıyla göz açıp kapayana kadar geçti yol. Dünyanın en hızlı pasaport kontrolünü geçtikten sonra taksiye bindik. Taksiler fiks fiyata gidiyor şehir merkezine biz 102 ringgit verdik yaklaşık 30 dolar karşılığında şehre geldik. Yol çok uzun tam 70km ve neredeyse 1 saat aldı otelimize gelmemiz. Otel sözde şehrin merkezi olarak bilinen Bukit Bintang'daki Rudius International oteliydi. Kapısından girdiğimiz anda Evre ile birbirimize baktık, içeride tam bir curcuna vardi. Nedenini anlamak çok uzun sürmedi, otelde elektrikler kesik olduğu için herkes aşağıya koşmuştu. Saat gecenin 11 olmasına rağmen dışarıda terlediğimizi söylersem herhalde bunun ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır.

Ikiletmeden odamızı iptal ettik, o saatte yer bulmak tam bir kumar oldu. Telefonla aradığım her yer ya doluydu ya da çok pahalıydı, sonuçta Radius'a 100 metre mesafede onu aratmayacak bir yerde konaklamaya karar verdik. O geceyi orada geçirip sabah ilk iş olarak kendimizi iyi bir otele atmak şartıyla. Otelin adını bile hatırlamıyorum ya da hatırlamak bile istemiyorum. Otelin tek faydası çevresinin cıvıl cıvıl olmasıydı, hemen yanı başındaki sokak restoranlarından birin yerel yemeklerden yedik (60 ringgit) ve sonrasında bir sırt masajı yaptırdık(iki kişi 60 ringgit).



Sabah erkenden kalkarak yeni otelimiz olan Hotel Maya'ya geçtik.Burası dün geceden sonra vaha gibi geldi. Uzun duş aldıktan sonra çekim için yola koyulduk. Ilk olarak Mendeka meydanına gittik, burada hem meydanı hemde meydanı çevreleyen tarihi binaları uzun uzun filme çektik. Saat 12'ye doğru çin mahallesine doğru yola koyulduk. Yürüyerek yaklaşik 10 dakikalik mesafede olmasına rağmen öğle sıcağında kan ter içinde yol almak çok zordu. Hava 37 derece olmasına rağmen nem sebebiyle nefes alınamaz haldeydi, sırasıyla Wet market, Hindu temple, Lake Garden ve Televizyon kulesinde çekimler yaptık. Günün sonunda neredeyse bizimde pilimiz bitmişti ama akşam için bir arkadaşımızla sözleştiğimiz için otele dönüp duş aldıktan sonra yine yola koyulduk. Central Market'ın orada bir çin restorani olan Glorious China'da yemek yedik sonrasında da Petronas Kulelerine tam karşıdan bakan Taders otelin tepesindeki Sky Bar'a gittik. Burası gerçekten görülmeye değer bir bar, gece çok çarpıcı olduğu kesin. Çıkışta hızımızı alamayıp sözde expatler tarafından güneydoğu asyanın en iyi bari seçilmiş olan Beach Cluba'a gittik, girer girmez rengi belli oldu. Sağımız solumuz filipinli büyük memelilerle doldu. Saat 1 gibi belkide ilk kez jetlagimizi atlatmış olarak zıbardık.

15 Mart 2011 Salı

Singapur son gün

Bugün diğerlerine göre daha kolay olacak diye hesaplamıştık. Sabah ilk çekimler kaldığımız otelde idi. Tam sözleştiğimiz gibi saat 09.30'da lobby;de buluştuk. Ilk önce spa ve havuz çekimlerini yaptık sonra Lobby ve sırasıyla St Regis'in dört faklı tip odasının çekimlerini yaptık. En son çektigimiz ve presendantial suite'den sonra en büyuk oda da otelin genel müdürü ile St Regis ve Singapur üzerine kısa bir şoyleşı yaptık.

Çekimlerin bitmesi öğlen saat 12'yi buldu, sonrasında bize güzel bir süpriz yapıp otelin yeni fransız şefinin hazırladığı menüden oluşan bir ögle yemeği sundular. Yemek yerken elbetteki saate bakmayı akıl edemediğimiz için bir sonraki randevumuza geciktik. 13 yerine ancak 13.30'da Universal Studios'a varabildik, tam biz yola çıkarken başlayan yağmur tüm çekim boyunca sağ olsun hiç eksik olmadı. Singapur'da okullar bir haftalığına tatilmiş, o yüzden tüm resort çok kalabalıktı. Her atraksiyonun başında uzayıp giden kuyruklar vardı. Bir ara rollercoster yapsak mı diye heveslendik ama o havada o sırayı beklemeye değmez dedik ve vazgeçtik. Biraz havanın tatsızlığından biraz fazla çocuk işi olmasından olsa gerek Universal'da çok fazla durmadık. Çekim saat 3.30 gibi tamamlanmıştı.


Hemen bir sonraki adresimiz olan Raffles Otele geçtik. Gerçekten büyüleyici bir otel. Singapur'da eksik olan kolonyel hava burada fazlasıyla var. Mimarisi çok çarpıcı, boyutları da beni bir o kadar şaşırttı. Benim gitmeden önce canlandırdığım otelden çok daha büyük bir yerle karşılaştım. Otelin tamamıni gezip bir kısmını çektikten sonra hemen ünlü Long Bar'a geçtik. Burada bize özel Singapur Sling hazırlanışını çektik, sonrasında ben afiyetle ıçtim. Evre nedense hiç oralı olmadı, bira dışında bir bok içmez zaten :)
Raffles otel Singapur'daki son durağımız oldu. Saat 20.20 Air Asia uçağı ile Kuala Lumpur yani buradakilerin değişiyle KL'e geldik. Komik bir karşılama oldu, o da gelecek yazıda ....

13 Mart 2011 Pazar

Ilk iki gün - Singapur

Son söylemem gerekeni ilk söyliyim Singapur benim şehrim değil.  Her ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ki inanılmaz derece çaba harcandığı her halinden belli, suni oluşunu engelleyemiyorlar. Tarihsizlik, sonradan olmuşluk gibi ne yaparsanız yapın önüne geçemeyeceğiniz bir takım gerçekler var.

Sabah jetlag dolayısıyla planladığımızdan çok daha erken kalktık. Saat 8.00'da yollara düşmüştük bile. Planladığımızdan daha hızlı bir şekilde ilerledik. Günün hataları sırasıyla Holland Village (aslında yemek işini oraya bırakarak bu hatamızdan az da olsa yırtmış olduk) sonrasında Little India oldu.

Hollanda kısmında çekecek hiç birşey zaten yoktu ama Little India gerçekten zamanımızı çalmak dışında herhangi bir iyilikte bulunacağını düşünmediğim bir iş oldu.
    
Ama beklediğimizden daha fazla görsel ettiğimizi umduğumuz yer de oldu allahtan. Singapur flyer, çok turistik olup bu kadar güzel kayıt çıkarabileceğimiz hiç aklıma gelmezdi.

An itibariyle Singapur'un dış çekimlerini neredeyse tamamlamış bulunuyoruz. Yarın otel, Universal, Raffles otel ve bir restoran çekimini planladığımız gibi tamamlarsak Kuala Lumpur'a istediğimiz almış olarak gideriz.
Pahalılığa ilişkin ilk notlar şöyle, evet, çok pahalı. İlk gün havalimanından şehre metro ile gelmeye karar verdik, adam başı üç singapur doları tutuyor bilet, yaklaşık 5TL. 2 yerde tren değiştirmek gerekiyor ve yaklaşık olarak 1 saat süren bir yolculuktan bahsediyoruz. Metro Orchard Road'da bir alış veriş merkezinin altına kadar geliyor. Oradan bavulları taşımamız neredeyse imkansızdı, bir taksi tutarak otelimiz St Regis'a geldik, 5 Singapur doları da bu taksiye verdik. Şehrin turistik merkezi olan Clarkes Quay'de bir bira 13,5 Singapur dolari yani yaklaşık 15TL. Iki kişilik yemeğe 130 Singapur doları verdik. Tamam burası en turistik ve kazık yer doğru ama bir oğlen sonra Holland Village'de iki ana yemekten oluşan öğle yemeğine 37 Singapur doları verdik. Komik bir şekilde taksi çok ucuz bu şehirde, genelde Türkiye'den sonra nereye gidersem gideyim ilk ilgimi çeken taksi fiyatlarının pahalılığı olur ama burada hiç öyle değil. Chinatown'dan Hollan Village'e yani 20 dakikalık bir mesafeye 8 Singapur doları veriyorsunuz. En uzun mesafe ki ciddi bir mesafeden bahsediyoruz 20 doları aşmıyormuş. Son bir ekleme: dün gece yediğimiz bir rib restoranında (Orchard Road'da) iki kişi 107 Singapur doları verdik. Buna karşılık Puma dükkanında Türkie'de 140 lira olan ayakkabı 120 lira civarında, daha henüz elektroniklere bakma şansım olmadı, onları da yarın not düşerim.

10 Mart 2011 Perşembe

Çarpışma isteği - Lorca

Lorca'yı hiç bilmemek kuşkusuz benim ayıbım ama içimden yükselen bir ses bunun büyük bir çarpışma olacağını söylüyor.

Iyice hatmettikten sonra Defnoşu kapıp bir Andalucia yapma fikri çok cezbedici...

Bugün karşıma çıkan bir yazı yıllar önce bir arkadaşıma anlatmaya çabaladığım bir duyguyu anlatıyor.

"...metin(texte) ile bağlam (contete) arasında birebir bağlantılar devrededir."

Bir yeri keşfetmeden önce o yeri bilmek mümkün müdür, değil midir ? kendine bu soruyu sorup duranların sayısı hiç te azımsanamayacak kadar !

9 Mart 2011 Çarşamba

Prodüktörün günlüğü part III - Singapur

Artık ön çalışma zamanı sona ermek üzere, çoğu yerde otel anlaşmalarımızı da tamamladık. Uçak biletlerimiz zaten alınalı bir süre oluyor. Bundan sonrası çekim yerlerinin belirlenmesi ve gerekli durumlarda yapılacak çekimler için izinlerin alınması.

Yine otellerde olduğu gibi en yakın tarihte olan yani ilk destinasyonumuz olan Singapur ile başlamakta fayda var.  Önce bir iki seyahat rehberi karıştırdım sonrasında internette olası yerleri bir kez daha gözden geçirdim. Zamanımızın en kısıtlı olduğu yer Singapur, bir de jet lag eklenecek üstüne.

11 Mart gece yarısı yola çıkıyoruz ve yerel saat ile ayın 12'sinde saat 16.30'da Singapur'a varıyoruz. Otele check in derken saat 19.00'u bulur diye düşünüyorum.  Sonrasında biraz soluklanır ve şehri tanımaya yollara düşeriz. Geceyi fazla uzatmadan yatmakta fayda var keze 13 Mart günu çekim yapmamız gereken yerlerin sayısı hiç de az değil.

Sabah kalkıldıktan sonra 07.00 civar, saat 8 gibi yola koyuluruz diye düşünuyorum. Ilk olarak kalacağımız ve çekim yapacağımız St Regis otelinin dış çekimlerini tamamlarız sonra şehrin daha merkezi olan (turistik anlamda) yerleri olan Clarke's Quay tarafına doğru yol alırız ve çekimlere başlarız.

Elimizdeki çekim listesi şöyle :

Clarke's Quay
River Cruise
Singapore Flyer
China Town
Little India
Merlion Park
Katong ve renkli evler
Marina Bay ve Esplanade

gün batımına yakın bir saatte otelimizinde olduğu Orchard Road tarafına gelerek bir iki çekim yapmalıyız. Daha sonrasında bir iki saat dinleniriz ama gece görüntüsü almak için tekrar sokaklara dökülmemiz gerekecek. Gece çekimleri bizim için en zor olanı, gündüz gözüyle geçerken belirleyeceğimiz bir çekim yeri bizim için yeterli olacaktır bu da muhtemelen Clarke Quay tarafında bir yer olacaktır diye düşünüyorum, bakalım...

Ikinci günü çekimleri biraz daha belli. Öncelikle otelde çekimlerimiz var. Sabah saat 09'dan öğlen saat 12'ye kadar otelin neredeyse tamamında çekimler yapacağız vereceğimiz kısa bir aradan sonra ise Universal Studios ve çevresinde Resort'u görüntülemeye yola koyulacağız burada saat 16'ya kadar çekimleri tamamlarsak eksiklerimizi gidermek adına 2 saatimiz kalıyor. Sonrasında ver elini Kuala Lumpur :)

Haa bu arada kurallara dikkat kesmke lazım, pek meşhur Singapur efendinin cezaları...

2 Mart 2011 Çarşamba

Prodüktörün günlüğü part II

Uçaklar ayarlandıktan sonra tabiki en önemli konu konaklama. Burada sırayla hareket etmekte fayda var. En yakın tarihte olan yer yani bizim için Singapur ilk hedefimdi.

Öncelikle bir liste çıkardım, nerelerde çekim yaparsak bizim için en iyi sonucu alırız diye, sonrasında belirlediğim yerlerin internet sayfalarından bu bilginin orada yer almaması durumda telefonla pazarlama ya da halka ilişkiler bölümleriyle irtibata geçtim. Geçen sene bugünlerde bu işi yaparken çok daha fazla açıklama yapmak durumunda kalıyordum çünkü o güne kadar yapılmış herhangi bir işimiz yoktu. Bu sefer en azından kendimizi referans olarak gösterebileceğimiz güçlü bir işimiz var diye düşünüyordum düşünmesine ama işler elbette zordu. Özellikle konu asya olunca insanın burnundan getiriyorlar.

Ilk durak olan Singapur'a ilişkin yaklaşık 10 otel ile görüşmüş durumdayım ama halen olumlu cevap alabilmiş değilim. Şu ana kadar 7 olumsuz cevap aldım, bir yer daha detaylı bilgi istedi,ki bu iyiye işaret diğer iki yerden ise halen cevap alabilmiş değilim. Ben bu süre sarfında bir sonuca varabilir ve bir sonraki durak olan Kuala Lumpur'a yönelirim diye düşünmüştüm ama hal böyle olunca bir haftanın sonunda yani bugün itibariyle KL içinde çalışmalara başladım. Yarın KL'de belirlediğim yerlere mailler atmaya başlıyorum(iki tanesine attım bile :)

Hemen sonrasında sırasıyla Hong Kong, Phuket ve Bali var ( Bangkok'la yazıştım ve çözdüm bu arada) Tüm buralardan otel belirlemem ve yazışma, araşma işlemlerine girişmem gerekiyor. Oteller büyüdükçe şansım artıyor. Ne kadar çok oda var ise o kadar şansım var. Gerçi Singapur'da 2500 odalık yeni bir otel olan Marina Sands Bay bize hayır demış olsa da işin aslı bu.

Otelleri çalışırken şehir de ögreniliyor elbette. Singapur'daki çekim planımız hazır gibi. Burada en uzun zamanı Universal Studios'un içinde bulunduğu Resort çekecektir.


Part III'de saldırıya devam var ve biraz daha detaylı olarak ön planlama konusa değineceğim...

22 Şubat 2011 Salı

Pordüktörün günlüğü part 1

Bugün itibariyle yakında çıkacağımız uzakdoğu çekimleri için çalışmaya başladım. Öncelik elbette nerelerin dahil edilmesi gerektiği konusundaydı. Hedef uzakdoğu tamam ama coğrafya çok geniş. THy ile uçacağımız için Bangkok - Kuala Lumpur - Hong Kong ve Singapur'a geliş gidiş fiyatlarına baktım ilk olarak.

Bunların arasında en uygunu Singapur. Bundan sonrası tam bir kedi fare oyunu. Asya'da low cost airlines sayısı oldukça fazla ama öne çıkanlar belli başlı.

Air Asia
Tiger Airways
Jetstar
Bangkok Airways ve
Cebu Pacific

Daha önce Air Asia kullandım ve çok memnun kaldım ve fiyatlar arasında yine en uygunu neredeyse tüm destinasyonlar için Air Asia. Bundan yola çıkarak şöyle bir route belirledim çekim için :

Singapur (2 days)
Singapur - Kuala Lumpur Air Asia ile adam başı 60usd
Kuala Lumpur (3 days)
Kulala Lumpur - Hong Kong Air Asia ile adam başı 98usd
Hong Kong (3 days)
Hong Kong - Bangkok Air Asia ile adam başı 136usd
Bangkok (3 days)
Pattaya (1 day)
Bangkok - Pattaya Bangkok Airways ile adam başı 50 usd
Phuket (2 days)
Phuket - Kuala Lumpur - Bali - Kuala Lumpur Air Asia ile adambaşı 200usd
Bali ( 3 days)

Bu yorucu yolculuğun sonunda Singapur'dan tekrar Istanbul'a yol alacağız.  Toplam 18-19 gün sürecek yorucu bir maraton. Hava faktörü çok belirleyici. Hong Kong ve Bangkok dışında kalanlar tam bir muamma. Önceden tedbir alınabilecek tek konu Bali'yi en sona koymak oldu keza Mart ayındaki yağış beklentisi Nisan ayının kat ve kat üstünde. Bu durumda Nisan'a ne kadar yakın bir tarihte gidersek şansımız o kadar artar diye bir varsayımda bulunarak hazırlanıyoruz.

Bu çekeceğimiz yerler elbette Güneydoğu Asya denilince öne çıkan yerler ama arşivsel anlamda Jakarta ve Manila'yı da eklemek isterdim ben. Malesef ilgi çekmeyecektir. Bir başka seyahate bırakıyoruz onları.

Buralara ilişkin ikinci önemli konu çekimlerin yapılacağı otellerin belirlenmesi. Burada çalışmalar farklı ilerliyor, o günlüğün ilerleyen kısımlarında yer alacak hususlardan bir tanesi.

Google Art project'ten başlayarak enayi bir mekik denemesi

Google Art Project, henüz nedeni anlaşılamamış bir şekilde  Türk IP ile giriş yapılamıyor olsa da, yurdum insanı yolunu bir şekilde nasılsa bulur.

Dünya'nın en önemli müzelerinden 17 tanesi ile anlaşılmış hali hazırda ve bu müzelerdeki bir takım resim ve heykellerin çekimleri yapılmış. Bu site sayesinde bu çekmnleri yüksek çözünürlükle görmek mümkün, hemde ne çözünürlük! Çok çarpıcı bir iş, ki daha işin çok başı olduğu her halinden belli. Resimlere bakarken kendi favaroleriniziden oluşan bir galeri de hazırlayabiliyorsunuz. Ben hızlıca bir tur atarken şunlara dikkat kesildim :





En sonuncusu Death of Socrates'den yola çıkarak dikkatimi çeken diğer Sokrates resimleri :



en sonuncusu Efes şehrinden bir duvar boyaması, Efes'te dikkat çekici onlarca duvar boyaması var elbette, onlardan bazıları :



Mekik böyle uzar gider....


Sokrates'in ölümü üzerine dipnot :

Socrates (M.Ö. 469–399) 70 yaşındayken, Atinalı gençleri başka tanrılara inandırmak; onları, toplumun kabul görmüş değerlerini sorgulatmak yoluyla yoldan çıkarmak; onlara adalet sisteminin eleştirisini yapmakla kötü örnek olmak ve kafa karıştırmak suçuyla idama mahkûm edilmiştir. Onun idamıyla sonuçlanan yargılama süreci bugün tüm hukuk fakültelerinde ders olarak okutulur. Yargılama süreci, savcılık makamının 500 kişilik jüriye, üç Atinalı –şair Meletus, politikacı Anitus ve hatip Likhon- tarafından öne sürülen suçlamaları okumasıyla başlar ve Socrates’ın ünlü savunmasıyla gelişir. Bu üç Atinalı, onun tuhaf ve kötü ruhlu bir adam olduğuna karar vermişlerdir. Bu sürecin güzel bir özetini Alain de Botton’un “Felsefenin Tesellisi” adlı kitabında buluruz:

“Onun şehrin tanrılarına ibadet etmediğini, Atina’nın toplumsal düzenini bozduğunu ve genç adamları babalarına karşı kışkırttığını iddia ediyorlardı. Filozofun susturulması, hatta belki öldürülmesi gerektiğine inanıyorlardı. Atina kentinde, doğruyu yanlıştan ayırmak için belli bir yasal işleyiş söz konusuydu. Heliast Mahkeme binası agoranın hemen güneyindeydi. Bu büyük binanın içinde, bir tarafta jürinin oturması için tahta sıralar, sıraların karşısında da davacının ve savunmanın yer alacağı bir platform bulunuyordu. Davaya önce davacının konuşmasıyla başlanıyor, sonra savunmanın konuşması dinleniyordu. 200 ila 2500 kişiden oluşan jüri de hangi iddianın doğru olduğuna karar veriyor; jüri üyeleri kararlarını oy pusulaları kullanarak ya da ellerini kaldırarak açıklıyorlardı. Bir tarafı destekleyen kişilerin sayısına bakarak neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verme yöntemi, Atina’nın politik ve yasal yaşamında hep kullanılagelmiş bir yöntemdi. Sokrates’in davasının görüleceği gün mahkeme salonunda 500 kişi vardı. Davacı taraf konuşmasına, karşılarında duran adamın bir sahtekâr olduğunu söyleyerek başladı. Bu adam, yeryüzünün ve gökyüzünün gizlerini çözmeye çalışıyordu; dinden sapmış, sağlam argümanları kendi zayıf argümanlarıyla çürütmek için aldatıcı retorik yöntemler geliştirmişti. Socrates suçlamalara yanıt vermeye çalıştı. Gökyüzüyle ilgili hiçbir kuram geliştirmediğini, yeryüzünün gizlerini araştırmadığını, dinden sapmış bir adam olmadığını, aksine kutsal ibadetlerde bulunulması gerektiğine inandığını, Atinalı gençleri yoldan çıkarmaya çalışmadığını söyledi. Eğer Socrates birilerini yoldan çıkarmışsa bunu istemeden yapmıştı; zaten insanın kendi arkadaşlarını bile isteyerek kötü yola sürüklemesi pek de anlamlı değildi çünkü kötü arkadaşlardan bir gün mutlaka kendisi de zarar görürdü. Eğer istemeden bir hata yapmışsa, doğru olan şey, ona karşı bir dava açmak değil, kendine gelmesi için küçük bir uyarıda bulunmaktı.” (36–37)

Socrates, bir filozof olarak kendi inandığı doğrular adına Atinalıların yaşamlarını iyileştirmeyi arzuluyordu. Onlara, kişisel menfaatlerini, zihinsel ve ahlaki zenginliklerin önünde tutmamalarını öğretmeye çalışıyordu. Felsefesi idealistti ve Socrates tüm yaşamı boyunca ticaretten, para kazanmaktan, mülk edinmekten uzak durarak yani toplum içindeki günlük pratiklerin hiçbirinde aktif rol almayarak felsefesine adanmış bir yaşam sürüyordu. Hitabet sanatındaki yeteneği gençlerin ilgi odağı olmasını sağlamış ve Platon gibi öğrencileri etrafına toplamasına sebep olmuştu. İnsanlığa en büyük armağanının Sokratik Diyalog yöntemi ile tartışma sanatına diyalektiği getirmesidir. Bu yöntem daha sonraları Platon’un oluşturduğu ve Akıl Tanrıçası Athena’ya adanan, meşhur filozof okulu, Akademia’da geliştirilmiştir. Sokratik diyalog yöntemiyle tartışma, aklı, sağduyuyu ve ahlaki değerleri kıstas alarak şekillenir. Görünen gerçeklerin bir de görünmeyen tarafları vardır; duyu organlarımızla algıladığımız maddesel dünya ve duygularımızla yaptığımız değerlendirmeler öznel ve çarpık olabilir. Yanılsamalardan ancak akıl yoluyla kurtulabiliriz. (Örneğin, su dolu bardağa batırdığımız kalemi, akıl yürütmezsek, kırık zannedebiliriz). Bu felsefi düşünceye göre idea, maddeyi; tin de tözü önceler.

15 Şubat 2011 Salı

Macy Gray

Düne kadar en sevdiğin 50 sanatçıyı yaz deseniz asla aklıma gelmeyecek bir isim, Macy Gray. Dün, Defnoş sağ olsun beni Babylon'da Macy Gray konserine götürdü. Doğrusunu söylemek gerekirse biraz da söylene söylene gittik çünkü son Hindi Zahra deneyimimiz çok matah olmamıştı. Hareket edememiştik, bana çok plak gibi söylüyor gibi gelmişti vs vs...

Sahne aldığı ilk saniye itibariyle bizi büyüledi Macy Gray. O kadar içten ve keyifli bir konserdiki, bırakın benim en iyi 50 sanatçı listeme girmeyi, bugüne kadar gittiğim en iyi 10 konserden biri oldu kesinlikle. 2 saat kadar sahnede kaldılar ve bir kısım şarkılarını bilmeyen beni ve ezbere bilen geri kalan herkesi kendilerinden geçirdiler.

Uzun zaman sonra "hah işte konser budur!" dedirtikleri için, sank yu, sank yu, sank yuuu!!!

Two bearded men "Darwin&Tolstoy"

I have know quite few things about Darwin before reading his autobiography. We all know the man because of his great work "Origin of Species".  As we all know he was the founder of the "natural selection" theory and therefore his name is widely spread all around the globe. Although the work itself is unique there are some side stories which questions the man himself. He has been in contact with several fellow scientist while he was on the "Beagle" voyage and some think that the ideas that were on the "origin of species" might be not his own findings but might be stolen from others. There is no way to find out if that is the case or not but the man himself is indeed far from the great scientist we had in mind. He believes man is much more powerful than women and there is no way a female can be a scientist and so on, so on. The autobiography on the other hand is very slim on many ways. I wonder why we know so few about this man while we almost know everything about the other bearded man on the photo Tolstoy. While reading the autobiography I came across with a movie named "The last situation". It takes place in Tolstoy's house in his late 70's. All strong english cast plays, however no one can say either we see them at their best nor the movie is the best on the famous author. Tolstoy the man we adore as writer and question as a man while we take Darwin as a scientist and scientist alone. I wonder why...

and coincidence it is...the last letter of Tolstoy to his daughter and son :


The views you have acquired about Darwinism, evolution, and the struggle for existence won’t explain to you the meaning of your life and won’t give you guidance in your actions, and a life without an explanation of its meaning and importance, and without the unfailing guidance that stems from it is a pitiful existence. Think about it. I say it, probably on the eve of my death, because I love you.


Tolstoy’s complaint has been the most common of all indictments against Darwin, from the publication of the Origin of Species in 1859 to now. Darwinism, the charge contends, undermines morality by claiming that success in nature can only be measured by victory in bloody battle – the “struggle for existence” or “survival of the fittest” to cite Darwin’s own choice of mottoes. If we wish “meekness and love” to triumph over “pride and violence” (as Tolstoy wrote to Gandhi), then we must repudiate Darwin’s vision of nature’s way – as Tolstoy stated in a final plea to his errant children.