26 Mart 2011 Cumartesi

Hong Kong part III - Gopro'nun intaharı

3.gün son derece heyecanlı oldu, az sonra!!!

Dün malak gibi yatıyorum Phuket'te artık keyifli uzun uzun yazarım dediğim saniyeden şu ana kadar, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor, oh olsun bana... Prodüktörün izlenimleri Phuket bölümünü yazmak oldukça kolay olacak gibi duruyor. Sabaha karşı dörtte Bali'ye doğru yola çıkıyoruz allahtan yoksa  burada kapana kısılıp kaldığımız Le Meridien otelde kafayı yiyebilirdik! Zaten oldum olası bu tatil köyü havalarını hiç sevmemişimdir, bir de üstüne üstlük hem ucuz rus turist kaynıyor hemde hava bahsettiğim gibi, rezalet!

Neyse Hong Kong part III -  Sabah erkenden kalkıp otel çekimlerimize başlamamız gerekiyordu, saat 09.00 için sözleşmiştik otelin pazarlama bölümünden CeCe ile buluşmak için. O an'a kadar kadın mı erkek mi olduğunu çözemediğim CeCe'nin bir kadın olduğunu ve çekik gözlü olmakla beraber bir Kanada'lı olduğunu 5. saniye itibariyle öğrenmiştik. Pek konuşken bu kız galiba dedikten yaklaşık 3o saniye sonra 3. kahvemi içip nasıl olacak bu iş bakışları atmaya başlamıştık Evre'yle beraber. CeCe bizimle uzun uzadıya ne kadar alakasız konu varsa onu konuştuktan sonra zor bela bize oteli gezdirmesi konusunda kendisini ikna edebildik. Her yerin gereksiz uzunlukta anlatım ve tanıtımlarından sonra saat herhalde 10.30 gibi çekimlere ancak başlayabildik. Böylece otel çekimleri tahminimizden nerdeyse 1.30 saat kadar uzun sürdü.

Öğle vakti kendimizi hemen Hong Kong'a attık, iner inmez Central denilen bölgede detaylı çekimler yaptık. Şehrin bu kısmı bizim açımızdan önemliydi çünkü hem tarihi hem modern yüzünü bir arada görüntülemek mümkün hemde mimari açıdan bir çok önemli bina bu bölgede yer alıyor. Buradan yavaş yavaş tepe tarafına doğru ilerliyerek önce katedrali daha sonrasında halen gazlı lambalarla aydınatılan ama ismini şu anda hatırlayamadığım sokağı görüntüledik. Bu bir nefeste geçtiğim çekim yaklaşık olarak 3 saat kadar sürdüğü için nefeslenmek için bahsettiğim sokakta bulunan Starbucks kafelerden birisine kendimizi attık. " Bundan sonra ne yapalım?" konuşmasından tramvay çekimleri kararı çıktı. Şu ana kadar bu seyahatte benim harektli çekimler konusunda ne kadar istekli olduğumdan ve her bir fırsatta Ali'den aşırmış olduğum gopro kamerasını kullanamaktan ne kadar zevk aldığımdan bahsetmemiştim sanırsam. Tabi ki tramway gopro kullanmak için harika bir fırsattı ve ben hemen iş başına koyularak Gopro ekipmanımı hazırladım. Tipini beğendiğimiz ilk tramway'da kendimizi üşt katta bulduk. Yandan akıcı yol ve insan görüntülerini kaydetmek bana ve müştakbel Goproma düşmüştü. Cam bana biraz tıngırdaklı gelsede ellerimle destekleyerek çekim yapmaya karar verdim! Içeri doğru takmaktansa dışarı doğru takarak daha iyi görüntü alacağıma kendimi ikna ettim! Ve yola koyulduk, en az iki üç defa "yahu bu da hiç sağlam durmuyor gibi" tarzı söylenerek çekimlere devam ettim! Taa ki west market bölgesinden bir kırmızı ışıkta duruken ve ben birilerine laf yetiştirmeye çalışırken Gopro'nun aniden sıkıldım senden ve çekimlerinden kararı alarak kendisini aşağıya atasıya kadar! "Amanın, kamera uçtu! Evre sen çantayı almayı unutmaaa!!! " diye haykırarak aşağı kata attım kendimi ama gel gör ki tramvay şöförü bir sonraki durağa kadar duramayacağını belirten minvalde bi laflar söyledikten sonra 2 dakika kadar daha bağırış çağırış içerisinde yol aldik. Inişte Evre ile birkaç kez daha bir durak sonra in b en paranı verdim bağrışlarından sonra, had eskilerden bir örnek olsun, Carl Lewis'e taş çıkartacak bir depar ile Gopro'nun intahar bölgesine doğru koşmaya başladım. Nafile! Birisi çoktan yalamış yutmuştu, belki çevredekilerden biri korkup teslim eder diye bağıra çağıra f*cktır git tarzı anırsam da, kimsecikleri etkileyemedim ve kös kös gerisin geriye koşmaya başladım.

Bu koşu sırasında içime "Evre almayı untmamış olsun çantayı noooolluuuur??!?" fikri düştü. E bunu burada belirttiğime göre elbette unutmuştu. Bir durak sonraya koştuktan sonra evre're: Çanta ? dediğimde hödük gibi yüzüme bakıp ne çantası cevabını yapıştırmasıyla bitmiştim. Söylememişim sözde ! Ne fark eder zaten, baksan ne olur ?! Ne biliim ben !?! - küfürler......

Çantadaki mühimmat :

- 6-7 adet pil, elimizdeki hali hazırda kullanımda olan tek pil dışındaki tüm piller oluyor bu
- Sabahtan beri çekimleri yaptığımız kaseti Starbucks'ta değiştirmiştik. kendisi.
- Kamereya ait bilimum bağlantı kabloları
-Hong Kong şehir rehberimiz.

Küfürlerle olmayacağından hemen bir taksi yakalayıp tramvayı yakalayalım dedim. Bir taksi bulduk hemen ama taksiye bu serüveni anlatmak neredeyse imkansızdı, hele bizim kadar bilginiz var ise tramvay hakkında...

Elimizdeki bilgiler :

Tramvay hangi semte gidiyordu ? Hö, ama şu tarafa !
Tramway hangi renkteydi ? Bence gri Evre emin değil ama önündeki beyazmış, durmadan onu çekmiş!

Ben bizi bu duruma soktuğu için olsa gerek başta taksici olmak üzere tüm çinlilerin ne kadar salak olduğuna dem vuruken, yardım isteyebileceğim tek yerin bir başka çinli olan otelin concierge servisi olabileceğini düşündüm ve oteli aradım.

Şimdi bizim salak olduğumuz aşikar ama bu çinliler de bir enteresan. Bizim bu bilge durumuzdan etkilenmiş olsa gerek hangi numaralı koltukta oturduğumuza kadar bir ton soru sorup, siz en iyisi polise gidin dedi! Bunun sonucunda ben bir gürleyerek, onu zaten yapacağımızı ama bir tramway ya da otobüs şirleti yani IETT benzeri bir varlık var ise onu aramalarını rica ettim! Bu tartışmalar sonucunda son durağa getirdi taksici bizi. Son durakta bir adet gerçekten IETT kulubelerinden vardı. Derdimizi kendileriyle paylaştıktan sonra biz kendi aramızda birbirimizi sakinleştirme konuşmasına başlamıştık. Daha doğrusu ben sakinleşiyordum, bizimkisi zaten hep sakindi.

Uzun lafın kısası adam sonunda çantanın bulunduğunu ama iki taliplinin olduğunu söyledi, diğeri bizim concierge oluyor elbette. Ben onları arayarak durumu çözdürdüm ve çantamıza kavuştuk. O kadar mutluyduk ki Gopro'nun intaharına üzülemedik bile....







Sanki hiç birşey olmamış gibi çekimlere kaldığımız yerden devam etmeye kadar verdik. Önce Soho gece hayatı çekimlerini yaptık, sonrasında sabahtan beri birşey yememiş olduğumuz aklımıza geldi ve hemen köşedeki çin restoranına girmeye karar verdik. Çok küçüktü restoran ama girer girmez özel bir yer olduğunu belli ediyordu. Meğerse özelliği acısında gizliymiş!

Tatlı bir gün oldu diye buradaki Michelin guide girecek kadar meşhur acılardan yemeye karar vermiş gibi olduk. Şimdi efenim; normalde tencere yemeğine 3-5 adet koyduğunuz küçük acı biberler vardır ya? Yemekler işte o kırmızı biberlerle yapılıyor, bizden farkı bunlar yemeğin içine 3-5 serpiştirmektense biberlerin içine 3-5 tane yemek serpiştiriyorlar...Allaaam o nasıl bir acı öyle, ben hayatımda böyle birşey yemedim. Bir de aklıma sağlık madem böyle hazırlamışlar o zaman şöööyle bir karıştırmak gerekir herhalde cümlesini kurarak yaptığım alkışlık hareket dudağımla kurduğum son, beynimle kurduğum sondan birinci cümle oldu. 20 saniyede 30 sivilce çıktı!! Acıdan sivilce mi çıkarmış diyen varsa buyrun gitsin !! Restoranın adını sonra not düşüceğim, amanın!

Bu günün sonunda öyle bir yorgun düştük ki bir sonraki gün akşam saat 5'e kadar yataktan çıkmadık, sonra da bir sonraki durak olan Bangkok'a doğru yola koyuduk...

Resimler :

1) Fırtına öncesi çekim geyiği fotoları
2) Çok beğendiğim tramvayı fotoraflamayı ihmal etmedim elbette
3)Ben ve Gorpo'm, intahar öncesi son kare
4)aaa ne güzel restoranmış fotosu
5)Bu ne lan fotosu ?
6) Yemeden çekmeli fotosu..
7) Ebemi gördüm fotosu....

Bu arada bu yazıyı yazarken koca bir patates kızarmasını bugün 61 kilonun altına düştüğü içın mutlu olan karıcığım Defnoş'a ithaf ediyorumms...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder