24 Nisan 2012 Salı

Amsterdam Hotels – The Conservatorium Hotel



Amsterdam’s haute-est hotel has arrived, risen from the ashes of the iconic music academy Conservatorium van Amsterdam. The Conservatorium Hotel is all that jazz plus a design conscience, a groovy pad fit for businessmen and fashionistas alike. Conceptualised and designed by visionary owner Georgi Akirov and Milanese starchitect Piero Lissoni, the hotel pays homage to the hallowed halls of its history, but revamps the interiors with Dutch-meets-contempo-Italian gusto.

Step inside to 129 sleek suites and duplexes bathed in cream and brown, with wooden-planked floors and oriental embellishments like tribal masks, delft plates and vintage Asian rugs. Ranging from 30 to 170 sq m, each suite has comp Wi-Fi, espresso machines, mirror TVs and funky custom-made Lissoni furny.

Goedeavond, hungry? Trot on down to Tunes Restaurant by Schilo for Dutch delectables whipped up by chef Schilo van Coevorden. If you prefer a casual nibble or tea and cake, head towards the hotel’s Brasserie and the Lounge. Too stuffed for food? Simply get comfy on the oversized plushy sofas at the Atrium and soak up the delightful ambiance.


Let’s say you’re not in Amsterdam for the dykes, bikes, waterways or cycleways. Bizzy-bees get perks like six meeting rooms equipped with state-of-the-art devices, signature Schilo cocktails and jam sessions at the intimate Tunes bar, and the largest cigar humidor in Europe, La Casa del Habano.

The canal capital worn you out? Head to the spacious Akasha Holistic Wellbeing Retreat, a 1000 sq. m escape where you can eat organic at ‘Earth’, sweat bullets at ‘Fire’, ohm the day away at ‘Air’, and lather and dive at ‘Water’. Finally, proceed with the signature hammam treatments for stress relief. Bliss!


Van Baerlestraat, Amsterdam, The Netherlands. T: +31 (0) 20 570 0000 W:conservatoriumhotel.com

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Urs Fischer

Ilk bakışta çok etkilemişti, bugün bakınca aslında çok etkilendiğim 21.yy sanatçılarının düz bir uzantısı gibi geldi. Kendinden ne eklemiş karar veremedim. Ama yine de, çok beğendiğin bir tarzın kopyası bile etkiliyor insanı...




Berlin kitap-çı

Berlin'e dair en yeni keşif bir kitapçı. 25 Books.

Bu da sitesi http://www.25books.com/index.php

Don’t be mislead by the indexical name suggesting inexplicable numerical limitations. After all you have to call your baby something. There are way more than 25 books in this shop and showroom in Brunnenstraße that specializes on contemporary photography.



2 Temmuz 2011 Cumartesi

Getting Ready for Berlin

First things first...

Have to find an apartment, searched all web. The bet site so far seems like "coming home". Looking for a place at Mitte...

Some readings to do.

The Berlin Wall by Frederick Taylor is a good way to start.
Berlin Rising - a biography of Berlin comes next

A visual fascinating book is called "Berlin" printed by Taschen also DDR style by the same company...
and last but not least have to have a look at guide books especially city guides...

26 Mart 2011 Cumartesi

Hong Kong part III - Gopro'nun intaharı

3.gün son derece heyecanlı oldu, az sonra!!!

Dün malak gibi yatıyorum Phuket'te artık keyifli uzun uzun yazarım dediğim saniyeden şu ana kadar, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor, oh olsun bana... Prodüktörün izlenimleri Phuket bölümünü yazmak oldukça kolay olacak gibi duruyor. Sabaha karşı dörtte Bali'ye doğru yola çıkıyoruz allahtan yoksa  burada kapana kısılıp kaldığımız Le Meridien otelde kafayı yiyebilirdik! Zaten oldum olası bu tatil köyü havalarını hiç sevmemişimdir, bir de üstüne üstlük hem ucuz rus turist kaynıyor hemde hava bahsettiğim gibi, rezalet!

Neyse Hong Kong part III -  Sabah erkenden kalkıp otel çekimlerimize başlamamız gerekiyordu, saat 09.00 için sözleşmiştik otelin pazarlama bölümünden CeCe ile buluşmak için. O an'a kadar kadın mı erkek mi olduğunu çözemediğim CeCe'nin bir kadın olduğunu ve çekik gözlü olmakla beraber bir Kanada'lı olduğunu 5. saniye itibariyle öğrenmiştik. Pek konuşken bu kız galiba dedikten yaklaşık 3o saniye sonra 3. kahvemi içip nasıl olacak bu iş bakışları atmaya başlamıştık Evre'yle beraber. CeCe bizimle uzun uzadıya ne kadar alakasız konu varsa onu konuştuktan sonra zor bela bize oteli gezdirmesi konusunda kendisini ikna edebildik. Her yerin gereksiz uzunlukta anlatım ve tanıtımlarından sonra saat herhalde 10.30 gibi çekimlere ancak başlayabildik. Böylece otel çekimleri tahminimizden nerdeyse 1.30 saat kadar uzun sürdü.

Öğle vakti kendimizi hemen Hong Kong'a attık, iner inmez Central denilen bölgede detaylı çekimler yaptık. Şehrin bu kısmı bizim açımızdan önemliydi çünkü hem tarihi hem modern yüzünü bir arada görüntülemek mümkün hemde mimari açıdan bir çok önemli bina bu bölgede yer alıyor. Buradan yavaş yavaş tepe tarafına doğru ilerliyerek önce katedrali daha sonrasında halen gazlı lambalarla aydınatılan ama ismini şu anda hatırlayamadığım sokağı görüntüledik. Bu bir nefeste geçtiğim çekim yaklaşık olarak 3 saat kadar sürdüğü için nefeslenmek için bahsettiğim sokakta bulunan Starbucks kafelerden birisine kendimizi attık. " Bundan sonra ne yapalım?" konuşmasından tramvay çekimleri kararı çıktı. Şu ana kadar bu seyahatte benim harektli çekimler konusunda ne kadar istekli olduğumdan ve her bir fırsatta Ali'den aşırmış olduğum gopro kamerasını kullanamaktan ne kadar zevk aldığımdan bahsetmemiştim sanırsam. Tabi ki tramway gopro kullanmak için harika bir fırsattı ve ben hemen iş başına koyularak Gopro ekipmanımı hazırladım. Tipini beğendiğimiz ilk tramway'da kendimizi üşt katta bulduk. Yandan akıcı yol ve insan görüntülerini kaydetmek bana ve müştakbel Goproma düşmüştü. Cam bana biraz tıngırdaklı gelsede ellerimle destekleyerek çekim yapmaya karar verdim! Içeri doğru takmaktansa dışarı doğru takarak daha iyi görüntü alacağıma kendimi ikna ettim! Ve yola koyulduk, en az iki üç defa "yahu bu da hiç sağlam durmuyor gibi" tarzı söylenerek çekimlere devam ettim! Taa ki west market bölgesinden bir kırmızı ışıkta duruken ve ben birilerine laf yetiştirmeye çalışırken Gopro'nun aniden sıkıldım senden ve çekimlerinden kararı alarak kendisini aşağıya atasıya kadar! "Amanın, kamera uçtu! Evre sen çantayı almayı unutmaaa!!! " diye haykırarak aşağı kata attım kendimi ama gel gör ki tramvay şöförü bir sonraki durağa kadar duramayacağını belirten minvalde bi laflar söyledikten sonra 2 dakika kadar daha bağırış çağırış içerisinde yol aldik. Inişte Evre ile birkaç kez daha bir durak sonra in b en paranı verdim bağrışlarından sonra, had eskilerden bir örnek olsun, Carl Lewis'e taş çıkartacak bir depar ile Gopro'nun intahar bölgesine doğru koşmaya başladım. Nafile! Birisi çoktan yalamış yutmuştu, belki çevredekilerden biri korkup teslim eder diye bağıra çağıra f*cktır git tarzı anırsam da, kimsecikleri etkileyemedim ve kös kös gerisin geriye koşmaya başladım.

Bu koşu sırasında içime "Evre almayı untmamış olsun çantayı noooolluuuur??!?" fikri düştü. E bunu burada belirttiğime göre elbette unutmuştu. Bir durak sonraya koştuktan sonra evre're: Çanta ? dediğimde hödük gibi yüzüme bakıp ne çantası cevabını yapıştırmasıyla bitmiştim. Söylememişim sözde ! Ne fark eder zaten, baksan ne olur ?! Ne biliim ben !?! - küfürler......

Çantadaki mühimmat :

- 6-7 adet pil, elimizdeki hali hazırda kullanımda olan tek pil dışındaki tüm piller oluyor bu
- Sabahtan beri çekimleri yaptığımız kaseti Starbucks'ta değiştirmiştik. kendisi.
- Kamereya ait bilimum bağlantı kabloları
-Hong Kong şehir rehberimiz.

Küfürlerle olmayacağından hemen bir taksi yakalayıp tramvayı yakalayalım dedim. Bir taksi bulduk hemen ama taksiye bu serüveni anlatmak neredeyse imkansızdı, hele bizim kadar bilginiz var ise tramvay hakkında...

Elimizdeki bilgiler :

Tramvay hangi semte gidiyordu ? Hö, ama şu tarafa !
Tramway hangi renkteydi ? Bence gri Evre emin değil ama önündeki beyazmış, durmadan onu çekmiş!

Ben bizi bu duruma soktuğu için olsa gerek başta taksici olmak üzere tüm çinlilerin ne kadar salak olduğuna dem vuruken, yardım isteyebileceğim tek yerin bir başka çinli olan otelin concierge servisi olabileceğini düşündüm ve oteli aradım.

Şimdi bizim salak olduğumuz aşikar ama bu çinliler de bir enteresan. Bizim bu bilge durumuzdan etkilenmiş olsa gerek hangi numaralı koltukta oturduğumuza kadar bir ton soru sorup, siz en iyisi polise gidin dedi! Bunun sonucunda ben bir gürleyerek, onu zaten yapacağımızı ama bir tramway ya da otobüs şirleti yani IETT benzeri bir varlık var ise onu aramalarını rica ettim! Bu tartışmalar sonucunda son durağa getirdi taksici bizi. Son durakta bir adet gerçekten IETT kulubelerinden vardı. Derdimizi kendileriyle paylaştıktan sonra biz kendi aramızda birbirimizi sakinleştirme konuşmasına başlamıştık. Daha doğrusu ben sakinleşiyordum, bizimkisi zaten hep sakindi.

Uzun lafın kısası adam sonunda çantanın bulunduğunu ama iki taliplinin olduğunu söyledi, diğeri bizim concierge oluyor elbette. Ben onları arayarak durumu çözdürdüm ve çantamıza kavuştuk. O kadar mutluyduk ki Gopro'nun intaharına üzülemedik bile....







Sanki hiç birşey olmamış gibi çekimlere kaldığımız yerden devam etmeye kadar verdik. Önce Soho gece hayatı çekimlerini yaptık, sonrasında sabahtan beri birşey yememiş olduğumuz aklımıza geldi ve hemen köşedeki çin restoranına girmeye karar verdik. Çok küçüktü restoran ama girer girmez özel bir yer olduğunu belli ediyordu. Meğerse özelliği acısında gizliymiş!

Tatlı bir gün oldu diye buradaki Michelin guide girecek kadar meşhur acılardan yemeye karar vermiş gibi olduk. Şimdi efenim; normalde tencere yemeğine 3-5 adet koyduğunuz küçük acı biberler vardır ya? Yemekler işte o kırmızı biberlerle yapılıyor, bizden farkı bunlar yemeğin içine 3-5 serpiştirmektense biberlerin içine 3-5 tane yemek serpiştiriyorlar...Allaaam o nasıl bir acı öyle, ben hayatımda böyle birşey yemedim. Bir de aklıma sağlık madem böyle hazırlamışlar o zaman şöööyle bir karıştırmak gerekir herhalde cümlesini kurarak yaptığım alkışlık hareket dudağımla kurduğum son, beynimle kurduğum sondan birinci cümle oldu. 20 saniyede 30 sivilce çıktı!! Acıdan sivilce mi çıkarmış diyen varsa buyrun gitsin !! Restoranın adını sonra not düşüceğim, amanın!

Bu günün sonunda öyle bir yorgun düştük ki bir sonraki gün akşam saat 5'e kadar yataktan çıkmadık, sonra da bir sonraki durak olan Bangkok'a doğru yola koyuduk...

Resimler :

1) Fırtına öncesi çekim geyiği fotoları
2) Çok beğendiğim tramvayı fotoraflamayı ihmal etmedim elbette
3)Ben ve Gorpo'm, intahar öncesi son kare
4)aaa ne güzel restoranmış fotosu
5)Bu ne lan fotosu ?
6) Yemeden çekmeli fotosu..
7) Ebemi gördüm fotosu....

Bu arada bu yazıyı yazarken koca bir patates kızarmasını bugün 61 kilonun altına düştüğü içın mutlu olan karıcığım Defnoş'a ithaf ediyorumms...

25 Mart 2011 Cuma

Hong Kong part II

Şu anda Phuket'de kumsalda dinlenerek yazıyorum bu yazıyı, 20 günlük çekim koşuşturmasının içindeki tek dinlenme günümüz. Keyfim gıcır !

Zaten koşuşturma öyle bir hal aldı ki, normalde günlük olarak tutmaya çabaladığım süreçte 4-5 gün geriye düşmüş durumdayım. Hong öng'da ikinci gün aslında bu koşuşturmanın en streslisiydi, sabah erkenden kalkarak yola koyulduk. Yol hep aynı, otelin önünden taksiye biniyorsun, kawloon star ferry diyoruz ve oradan tekne ya da metro ile Hong Kong adasına geçiyoruz. Bu defa durum biraz farklıydı, Hong Kong'un en iyi görüldüğü yer Kawloon tarafı olduğundan çekime buradan başlamaya karar verdik iyiki de öyle yapmışız çünkü hava ondan sonra hep sisliydi. Sabah Kawloon çekimlerini Hollywood'dakilerden esinlenerek yaptıkları "Avenue of Stars" çekimleri izledi. Küçük elcağızcıklarıyla poz veriyordu herkes biz çekim yaparken. Sonra Star ferry'e binerek Hong Kong'a geçtik, yol yaklaşık 5 dakika sürüyor ve 2 HK dolarına bir bilet alınıyor, hem pratik hem ucuz. Biz metro yerine olabildiğince ferry'e binmeyi tercih ettik. Şehrin kalabalığına dalar dalmaz Çin öğelerine saldırdık. Hong Kong gerçekten çarpıcı bir yer, benim uzakdoğu da gördüğüm en etkileyici şehirlerden biri oldu. Şehirde yaklaşık 4 saat kadar çekim yaptık, önce daha tradisyonel olan bölgelerin çekimlerini yaptık ve bol bol köpekbalığı kiskacı, kaplan hede hödösü gibi erkekliğimizi arttırıcı yerlerin çekimlerini tamamlardıktan sonra merkezden Soho'ya, antikacılardan modern kafelere uzanan tatlı bir çekim oldu. Hem çekim yapıyor hemde aynı anda şehri tanımaya çalışıyorduk, bir sonraki günlerde nerelerde çekim yapmalıyızı belirliyorduk. Yürüten merdivenler çok etkileyici, şehrin tepe bölgelerindeki hayatı çok değiştirmiş anlattıklarına göre, bu merdivenler öncesinde kimselerin çıkmak istemediği Soho ve Middle level gibi bölgeler şimdilerde en trendy bölgeler, neredeyse tüm uluslararası restoran ve barlar burada. Biz de çekimin sonunu elbette bu bölgeye denk düşürecek şekilde tamamladık ve daha önceden rezervasyon yaptırdığımiz çin restoranında afiyetle yemeğe koyulduk, sonrasında Soho'da bulunan barlar sokağında (altlı üstlü iki sokaktan oluşuyor) bir kaç bara uğrayıp bir iki içki içtik. Ingiliz kültürünün etkisinin bir uzantısını da bu bölgede görmek mümkün, iş çıkışı hemen herkes bir barda buluşup ayaküstü sohbet edip biralarını yuvarlıyor. Genellikle en kalabalık saatler bu saatler oluyor ama genel anlamıyla gece de uzun yaşayan bir şehir Hong Kong. GEce klupleri saat 12 civarında dolup taşmaya başlıyor ve kalabalıklar sokağa taşıyor. Kurdu olanların da memnun kalacağı bir çok seçeneğin olduğu hemen belli etti kendini....

Biz şeytana fazla uymadan saat 1 civarında otelimize vardık, sabah erkenden otel çekimleri vardı sonrasında da yapılması gereken onlarca çekim...

19 Mart 2011 Cumartesi

Hong Kong welcome

Kuala Lumpur'dan yaklaşık 4 saatlik bir uçuşla Hong Kong'a gelmemiz gerekiyordu ama benim hatırlayabildiğim kadarıyla hayatımda ilk defa öngörülenden yaklaşik yarım saat kadar Hong Kong'a indik. Ilk süpriz bizi havalimaninda bekliyordu. Eşyalarımızdan bir tanesi çıkmadı, havalimani içinde bir oraya bir buraya yönlendirildikten sonra parçayı bulduk, bahsettiğim parça tripod olduğundan bizim için çok ama çok önemliydi. Uçakta kazandığımız yarım saati tripodu aramakla harcadıktan sonra şehre doğru yola çıktık.

Şehre inmenin en efektif yolu tren. Hızlı trenler her 10 dakikada bir hareket ediyor ve yaklaşık 20 dakikalik bir yolculuğun sonunda bizim otelimizin olduğu Kawloon bölgesine varıyor. Buradan otelimiz 8 degrees'e gitmek için taksiye bindik, yaklaşık 5 dakikalık bir yolculuktan sonra otelimize vardık. Yeni şehre gelmenin heyecanıyla kendimizi hemen dışarı attık. Satr ferry denen ve bizim boğaz teknelerini andıran vapurlardan bir tanesiyle Kawloon bölgesinden Hong Kong'a geçtik. Bu yolculuk metroya göre hem daha hızlı (şaşırtıcı değil mi? hemde görsel olarak bir şölen. Hong Kong'un o bilinen siluetine bakarak karşıya geçtik.




Hong Kong çok enteresan ve çarpıcı bir şehir, özellikle Asya'da Tokyo'dan sonra benim gittğim en çarpıcı şehir. Soho gece hayatının merkezi, burada yüzlerce bar ve restoran bulmak mümkün. E Çin'e kadar geldikten sonra çin yemeği lazım dedik ve gözümüzün tuttuğu ilk çin restoranına attık kendimizi ve ördek ısmarladık. Yemek harikaydı, çıkışta mahalleyi biraz turladıktan sonra hemen yakınlarda olan ve Rat alley diye geçen barlar sokağına bir bakındık. Çok açmadı, saatte 12'ye geliyordu ve önümüzde deli gibi yapacak işimiz olduğundan kıyı kıyı otelimize döndük. Hava konusunda biraz şansız olacağımız söyleniryordu, ki öyle oldu....